GİRİŞ: Teori ve Pratik Arasında Sıkışmış Bir Kurum Olarak Konkordato
Türk İcra ve İflas Kanunu’nun 285 ila 309. maddeleri arasında düzenlenen konkordato kurumu, ilk bakışta ekonomik olarak zor duruma düşmüş ancak iyi niyetli borçlulara ikinci bir şans tanımayı amaçlayan makul bir yapı olarak görünmektedir. Nitekim sistemin özü, borçlunun alacaklılarına karşı dürüstlükle bir ödeme planı sunmasını ve bu planın yargısal ve alacaklı denetimiyle kabul edilmesini esas alır. Ancak teorideki bu ideal yapı, uygulamada ciddi biçimde sapmalara uğramış; özellikle 2018 reformuyla birlikte konkordato, ekonomik kriz dönemlerinde istismar edilen bir “yasal kaçış planı”na dönüşmüştür.
Konkordato, hukuki bir çare olmaktan çıkıp, stratejik bir ticari hamleye; hatta bazı durumlarda kötü niyetli firmaların alacaklılarına karşı bir tür kalkanına dönüşmüştür. Bu çerçevede konkordato, artık yalnızca borçlunun içinde bulunduğu mali sıkıntıların çözümü için değil, kimi zaman borç ödememek için tasarlanmış bir planın parçası olarak işletilmektedir.
I. KURUMSAL FELSEFE VS. PİYASA GERÇEĞİ: İdeal Sistem ve Kırılma Noktaları
Konkordato’nun amacı, ekonomik hayatın sürdürülebilirliğini korumaktır. Borçlu ayakta kalırsa, istihdam korunur, piyasaya güven sarsılmaz, sistem devam eder. Ancak uygulamada birçok konkordato dosyası, ekonomik istikrarın değil; borçlunun tek taraflı menfaatlerinin gözetildiği, alacaklıların ise sistem dışına itildiği bir platforma dönüşmüştür. Bu nedenle felsefi düzeyde kurulan ideal denge, uygulamada pratik yaraya dönüşememekte; hatta yeni krizler doğurmaktadır.
Bu çarpıklığın başlıca nedeni, konkordato sisteminde alacaklıların sürece katılımının ve denetim etkinliğinin zayıflığıdır. Mahkemeler çoğunlukla borçlunun sunduğu beyanları esas almakta, alacaklıların karşı tezleri ise yeterince değerlendirilmemektedir. Komiser raporlarının objektifliği zaman zaman tartışmalı hâle gelmekte, bilirkişi raporları ise çoğu zaman yüzeysel verilerle şekillenmektedir. Uygulamada çok sayıda örnekte, şirketler konkordato başvurusu öncesinde varlıklarını elden çıkarmakta, iş gücünü azaltmakta, bilanço oyunlarıyla yapay bir borçluluk profili çizmektedir.
II. 2018 SONRASI DÖNEM: REFORMUN YANSIMALARI VE AÇIKLARDAN DOĞAN TEHLİKELER
2018 yılında İcra ve İflas Kanunu’nda yapılan kapsamlı değişiklikle iflas erteleme kurumu kaldırılmış ve konkordatoya işlerlik kazandırılmıştır. Bu değişiklik, ekonomik krize çözüm üretme amacı taşısa da, kısa süre içerisinde konkordato başvurularında patlamaya neden olmuştur. 2018’in son çeyreğinde Türkiye genelinde yüzlerce şirket aynı anda konkordato talep etmiş; bu durum adeta hukuk sisteminin kitlenmesine yol açmıştır.
Sistemdeki açıklar kısa sürede keşfedilmiş ve birçok kötü niyetli başvuru türemiştir. Örneğin borçlu şirketler, başvurudan önce yakınlarına ait şirketlere yüklü miktarda borç devri yaparak, oy hakkını kendi lehlerine çevirmekte; muvazaalı alacaklılar yoluyla alacaklılar toplantısını manipüle etmektedir. Ayrıca kimi zaman konkordato dosyasında yer alan planlar uygulanabilirlikten uzak, soyut ve mali dayanağı olmayan metinlerden ibaret kalmaktadır.
Uygulamada dikkat çeken bir diğer sorun ise, bazı komiserlerin dosyaları derinlemesine incelemektense borçlunun beyanlarıyla yetinmesi, planların ekonomik gerçeklikle bağını kurmadan olumlu rapor düzenlemesidir. Böylece komiserin asıl rolü olan objektif değerlendirme işlevi sekteye uğramaktadır.
III. GEÇİCİ MÜHLETİN SÖMÜRÜSÜ: TİCARİ STRATEJİ OLARAK KORUMA ZIRHI
Konkordato başvurusuyla birlikte borçlu, geçici mühlet talebiyle icra takiplerinden korunur. Bu koruma, teoride borçlunun yeniden yapılandırma planını sağlıklı biçimde hazırlayabilmesi için tanınan bir avantajdır. Ancak uygulamada geçici mühletin amacı dışına çıktığı, borçlunun bu süreyi alacaklılara karşı direnç üretmek için kullandığı gözlemlenmektedir.
Bazı şirketler konkordato ilan eder etmez bankadaki nakit varlıklarını başka şirketlere aktarmakta, gayrimenkullerini üçüncü kişilere satmakta veya çalışanlarını işten çıkararak üretimi durdurmaktadır. Geçici mühletin verdiği hukuki dokunulmazlık, bu tür işlemleri adeta “hukuka uygunmuş” gibi göstermekte; ancak sürecin sonunda hem alacaklılar hem de piyasa zarar görmektedir.
Bu dönemde alacaklı vekilleri olarak avukatların hızlı refleks göstermesi gerekir. Mahkemeye derhâl itiraz dilekçeleri sunulmalı, borçlunun kötü niyetli işlemleri belgelenmeli ve gerekirse iptal davası süreçleri başlatılmalıdır. Unutulmamalıdır ki konkordato yalnızca borçlunun değil, aynı zamanda alacaklının da kaderini belirleyen bir süreçtir.
IV. ALACAKLILAR TOPLANTISI: HUKUKİ MEKANİZMA MI, STRATEJİK OYUN MU?
Konkordato sürecinin en kritik eşiklerinden biri hiç kuşkusuz alacaklılar toplantısıdır. Zira bu toplantı, konkordato planının kabul edilip edilmeyeceğini belirleyen esas aşamadır. Ancak uygulamada, bu toplantının hukuki niteliği ve işlevi, birçok dosyada ciddi şekilde tartışmalı hâle gelmiştir. Özellikle borçlu şirketlerin önceden organize ettiği muvazaalı alacaklılar vasıtasıyla oy oranlarını manipüle ettiği vakalarda, toplantının özü ve sonucu gölgelenmektedir.
Birçok vakada borçlu şirketler, yakın çevresine ait şirketlere fiktif borçlar tanıyarak bu kişileri alacaklı olarak listeye eklemekte; böylece oy çokluğu sağlanarak planın kabulü garanti altına alınmaktadır. Bu tür işlemlerle dürüst alacaklılar, çoğunluk sağlayamamakta ve konkordato sisteminin temel dayanağı olan “adil plan” prensibi büyük ölçüde zarar görmektedir. Ne yazık ki mevcut yasal yapı, muvazaanın önlenmesi için yeterli filtreleme imkânı sunmamaktadır.
Oysaki kanun koyucu, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 302. maddesinde alacaklılar toplantısında sağlanması gereken oranları belirlemiştir. Nitelikli çoğunluk sağlanmadan planın tasdiki mümkün değildir. Ancak teorik güvence ile pratik uygulama arasında mesafe açıldığında, hukuk sistemine duyulan güven sarsılmakta, yargı kararlarının etkinliği düşmektedir. Bu nedenle avukatların, özellikle alacaklı vekillerinin bu noktada dikkatli olması, listeye girmiş alacakların gerçekliğini sorgulaması ve gerekli itirazları zamanında yapması gerekmektedir.
V. KOMİSER RAPORLARINDAKİ ZAAFLAR: TEORİK GÜVENCE Mİ, FORMALİTE Mİ?
Konkordato komiserleri, sürecin merkezinde yer alan ve mahkeme nezdinde teknik rapor sunan önemli figürlerdir. Ancak uygulamada komiserlerin, dosyaları yüzeysel biçimde incelediği, borçlunun beyanlarına büyük ölçüde bağlı kaldığı ve bağımsız analizlerden yoksun kaldığı örnekler çoğalmaktadır. Özellikle ekonomik ve ticari bilgiye sahip olmayan komiserlerin, planların uygulanabilirliğini yeterince sorgulamadığı, şirketin gerçek faaliyet durumunu yerinde incelemediği görülmektedir.
Somut bir örnek üzerinden bu sorunu açmak gerekirse: Bir tekstil firması konkordato başvurusunda bulunmuş ve geçici mühlet almıştır. Komiser, 3 aylık sürenin sonunda “olumlu rapor” sunmuş, ancak borçlu bu süreçte bankadaki varlıklarını başka şirketlere devretmiş, üretimi tamamen durdurmuş, tüm çalışanlarını işten çıkarmıştı. Alacaklı vekili bu işlemleri detaylı biçimde mahkemeye sunmasına rağmen, komiser raporunda bu işlemlerden bahsedilmemiş, adeta firma “aktif” gibi gösterilmişti. Mahkeme planı reddetmiş olsa da komiserin görevine son vermemiştir.
Bu durum, sistemin denetim ayağının ne kadar zayıf olduğunu, komiserin yalnızca rapor değil aynı zamanda vicdani sorumluluk taşıyan bir aktör olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Avukatlar, komiserin eksik veya yanıltıcı raporlarını teknik ve somut verilerle çürütmeli, mahkemeye bu konuda itirazlarını açık bir dil ve belgeyle sunmalıdır.
VI. MAHKEME TASDİKİ: NİHAİ KARAR MI, TAKTİK ZAMAN KAZANCI MI?
Konkordato planının mahkemece tasdiki, teorik olarak planı bağlayıcı hâle getirir. Ancak uygulamada, tasdik edilen planların çoğu ya uygulanmamakta ya da borçlunun samimiyetsizliği nedeniyle bozulmaktadır. Bunun temel nedeni, tasdik kararının nihai bir çözüm değil, zaman kazanma aracı olarak görülmesidir.
Mahkemeler çoğu zaman, planın uygulanabilirliğini değil; şekil şartlarını denetlemekte, gerçekçilik ve ekonomik fizibilite ise göz ardı edilmektedir. Tasdik kararının ardından konkordato hükümleri devreye girdiğinde, artık alacaklılar için yeni bir mücadele süreci başlamaktadır. Zira ödemelerin yapılmaması, planın ihlali veya borçlunun tekrar suistimale yönelmesi hâlinde alacaklı yeniden icra yollarına dönmek zorunda kalmaktadır.
Avukat açısından bu aşama, stratejik müdahale gerektiren kritik bir dönemeçtir. Mahkemenin vereceği tasdik kararına karşı istinaf başvurusu yapılması, planın iptali için dava açılması, ödeme takibinin yapılması gibi birçok adım bu döneme sıkışır. Bu süreçte hazırlıklı ve bilgili olmayan bir vekil, alacaklı müvekkilini ciddi zararlara uğratabilir.
VII. SİSTEMİK ZAYIFLIKLAR VE YAPISAL REFORM ÖNERİLERİ
Konkordato sistemindeki sorunların yalnızca uygulayıcıların ihmali veya kötü niyetiyle açıklanması yeterli değildir. Asıl sorun, yapısal zayıflıkta yatmaktadır. İcra ve İflas Kanunu’nun konkordato hükümleri, piyasa koşullarını yeterince gözetmeden hazırlanmıştır. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin konkordato sürecinde kendilerini ifade etmeleri, mali tablolarını teknik açıdan sunmaları ciddi bir sorundur.
Ayrıca mahkemelerin iş yükü, konkordato dosyalarını derinlemesine incelemeye imkân tanımamaktadır. Bu nedenle komiserlere düşen yük artmış, ancak komiserlerin denetimi sağlanamadığından sistem zayıf bir halkaya dönüşmüştür. Buna paralel olarak denetim kurumu yoktur. Komiserin raporunun yanlış ya da eksik olduğu durumlarda mesuliyet mekanizması işler kılınmamıştır.Bu noktada yapılması gereken, konkordato sürecinin teknik uzmanlarca desteklenmesi, mali analizlerin zorunlu hâle getirilmesi, bilirkişilik sisteminin etkinleştirilmesi ve komiserliğin ciddi bir eğitime tabi tutulmasıdır. Aksi hâlde konkordato, yalnızca iyi niyetli borçlulara değil; aynı zamanda kötü niyetli planlara da hizmet etmeye devam edecektir.
VIII. AVUKATIN ROLÜ: KRİZ DÖNEMLERİNDE STRATEJİK REHBERLİK
Konkordato süreci, klasik bir dava dosyasından çok daha fazlasıdır. İçinde ticaret, ekonomi, muhasebe, strateji ve kriz yönetimi bulunan çok katmanlı bir süreçtir. Bu nedenle avukat yalnızca hukuki bilgiyle değil, stratejik akılla da hareket etmelidir. Sürecin her adımında olası riskleri öngörmeli, fırsatları doğru değerlendirmeli ve temsil ettiği müvekkilin çıkarlarını koruyacak adımları hızlı ve doğru biçimde atmalıdır.
Borçlu vekili için; planın uygulanabilirliğini sağlayacak bir yapı kurgulamak, ödeme sürelerini makul göstermek, mali projeksiyonları gerçekçi temellere dayandırmak gereklidir. Avukat burada yalnızca hukuki değil, aynı zamanda teknik danışman gibi görev yapar. İyi hazırlanmış bir dilekçe, ikna edici mali analiz ve güven veren bir yapı, hâkimi ve komiseri etkileyebilir.
Alacaklı vekili için ise görev daha zordur. Çünkü karşısında sistemin verdiği koruma zırhına sahip bir borçlu bulunur. Bu nedenle planı çürütmek için yalnızca şekil şartlarına değil; ekonomik analizlere, muvazaaya, ödeme geçmişine, davranış örüntülerine bakmak gerekir. Bir firmanın konkordato başvurusu öncesi yaptığı devir işlemleri, personel çıkarmaları, üretim faaliyetleri bu süreçte kritik veriler hâline gelir.
IX. STRATEJİK EYLEM PLANI: AVUKATLAR İÇİN KONTROL LİSTESİ
Konkordato sürecinde bir avukat için rehber niteliğinde bir kontrol listesi oluşturmak, hem sistematik yaklaşımı güçlendirir hem de hukuki hataların önüne geçilmesini sağlar. Bu çerçevede önerilen başlıca adımlar şunlardır:
Ön İnceleme ve Risk Tespiti:
Müvekkil borçluysa, başvuru öncesinde tüm varlıkların durumunu analiz et. Alacaklıysa, borçlunun kamuya açık kayıtlarını, ticari geçmişini, bilançosunu incele.
Başvuru Dosyasının Oluşturulması / İncelenmesi:
Borçlu vekiliysen sağlam bir plan hazırla. Alacaklı vekiliysen planın içeriğini eleştirel bakışla değerlendir.
Geçici Mühlet Süreci:
Tüm alacakların dondurulduğu bu dönemde, mal kaçırma, devir, satış ve tahliye işlemlerine karşı uyanık ol. Gerekirse ihtiyati tedbir başvurusu yap.
Komiser ile Etkileşim:
Borçlu vekili için komiserle koordinasyon çok önemlidir. Alacaklı vekili ise objektif rapor talep etmeli, komiserin eksikliği hâlinde mahkemeye başvurmalıdır.
Alacaklılar Toplantısı:
Alacaklı vekili olarak sahte alacaklıların tespiti ve itirazı için süreci sıkı takip et. Oy oranlarını analiz et, usulsüzlükleri tespit et.
Mahkeme Aşaması:
Plan onaylandıysa istinaf ve temyiz haklarını kullan. Uygulamada plan ihlali varsa, iptal davası açmayı değerlendir.
İcra ve Tahsil Süreci:
Konkordato başarısız olursa veya feshedilirse, vakit kaybetmeden icra yollarına başvur. Alacağın zaman aşımına uğramaması için süreleri iyi takip et.
X. GELECEĞE BAKIŞ: KURUMSAL ÖNERİLER VE PRATİK DÜZENLEMELER
Konkordato sistemi, Türkiye gibi ekonomik dalgalanmalara sıkça maruz kalan ülkelerde her zaman gündemde olacaktır. Ancak sistemin kötüye kullanımı, yargı erkinin yükünü artırmakta ve alacaklıları hukuk sisteminden soğutmaktadır. İlerleyen dönemde şu reformlara ihtiyaç olduğu açıktır:
Komiserlik Sistemi Profesyonelleştirilmeli:
Sertifika, liyakat ve denetime dayalı yeni bir komiserlik rejimi kurulmalıdır.
Plan Gerçekçiliği Denetlenmeli:
Mali projeksiyonlara ekonomik gerçeklik filtresi uygulanmalı, gerektiğinde bağımsız denetim raporu istenmelidir.
Alacaklı Hakları Güçlendirilmeli:
Oy oranlarında sahte alacaklıları ayırt edecek teknik bir komite kurulmalı, noter onaylı geçmiş hareketler dikkate alınmalıdır.
İstatistiki İzleme Mekanizması Kurulmalı:
Konkordato başarı oranları, fesih nedenleri ve komiser performansları kayıt altına alınmalı, yıllık raporlarla kamuoyuna duyurulmalıdır.
SONUÇ: DENGEYİ KURAN AKIL OLARAK AVUKAT
Konkordato, hukukun borçlu ve alacaklı arasında kurmaya çalıştığı dengeyi temsil eder. Ancak bu denge, yalnızca kurallarla değil, o kuralları uygulayan akıllarla sağlanabilir. Avukat, bu sürecin en stratejik aktörüdür. O yüzden konkordato dosyası, bir dilekçe değil; bir kriz senaryosunun yönetimi olarak ele alınmalıdır.
Türkiye’de konkordato sistemi ancak avukatların bilinçli, stratejik ve etik duruşuyla anlam kazanacaktır.
Yazar: Av. Mehmet Fatih Kaya
#Konkordato #BursaKonkordatoAvukatı #GeçiciMühlet #KomiserRaporu #AlacaklıHakları #İcraİflasKanunu
Comments are closed